27 Eylül 2007 Perşembe

Çekil Be Tiberias, Skywalker Geliyor…



“Efsane kutsal ve tarihi olayı anlatır: aktardığı, tarih öncesi dönemlerde zamanın başlangıcında gerçekleşmiştir. Efsane gerçekten olanı ve kendini tamamen ispatlayarak ortaya koyanı anlatır... Kısaca, mit doğaüstünün çeşit çeşit hatta bazen dramatik kırılışlarını günümüz dünyasına taşır.”
Mircea Eliade. Efsane ve Gerçeklik. New York: Harper and Row 1963 Sayfa 5-6

Mitin/efsanenin yegane amacı/fonksiyonu halka ayar vermektir. Yoldan çıkmaya hazır bu serseri kitleyi, kısık gaz lambası ışığında anlatılan cinli, perili, ejderhalı, kuzulu, masallar aracılığı ile günlük hayatta nasıl akıllı, uslu ve sadık davranacağını talim ve terbiye etmek gayesinden başkasını gütmez. Hükümdar ele geçirdiği bu mucizevi usulün sırrını kullanarak safların birbirine yakın durmasını sağlamak yolu ile iktidarına iktidar katar.

Hikaye/mesel anlatarak iktidarına iktidar katma zevkini alan bu sefil iktidar düşkününün kimi kendi imanının tam olduğuna kanaat getirdiğinden, kendini hikayeye, ehli keyif halktan daha çok kaptırır, kalbindeki ateş ile halkı tutuşturur, yakar, kül eder, sonunu hicran eder.

Kimisi ise anlatılanın mesel olduğunu bilerek halkı kandırma eşekliğini gösterecek cesareti kendinde bulur, bin yılları tozu kiri ile eskimiş, pörsümüş, yamalanmış patlak, çatlak hikayenin istediği kısmını verir/anlatır, istediği kısmını kendine saklar, anlatmaz. Sanıyorum bu münafık iktidar mensubu yekdiğerine göre daha tehlikeli iktidarını kaybetmemek uğruna her türlü haysiyetsizliği yapabilir, icabında tanrıya dahi isyan edebilir. Zaten Müslüman’ın kitabında münafık için cehennemin alt katının özenle hazırlandığı, kıyamet gününe kadar hali hazırda bekletildiği bundan dolayı aktarılmıştır.

Günümüzün post-modern çağında, horgörü mü demek lazım kestiremedim, halkın önünde yürüyen kimi akıllı/akılsız sallama fikir adamları, peşinde yürüyen kalabalığa anlatılan/aktarılan her türlü meseli/miti/efsaneyi reddedip, kutsala karşı uyarmayı kendine görev bildiği halde, ehliyetinin eksikliğinden mi bilinmez, ikna etmeyi beceremez, anlattığını yüzüne gözüne bulaştırır, halk da kendi inancının saflığını/naifliğini muhafaza etmeyi bırakmaz, kutsalın peşinden koşmaya devam eder.



İktidarın ölümsüzlük hissi veren kudretinin halkın afyonu yutmasına dayandığını tez zamanda kavrayan yeni dünyanın hükümdarı, kendi halkı ile yetinmez pek güzel işleyen sisteminin verdiği güvenle dünya üzerinde yaşayan tüm adem oğullarına Marlboro Man, Darth Wader, John Wayne hediye etmiştir. Üç günlük devletinin karanlık çağlara ait sagası/destanı olmadığını gayet farkında olduğundan yenisini uydurma/yazma/yaratma cihetine gitme ihtiyacı hissetmiştir. Üstelik de vazifesini yaparken, senin benim gibi sallapati, dandik iş ortaya koymamış, Ceddimizin tüm mirasını didik didik etüt etmiş, ortaya on numara iş çıkarmıştır aziz kardeşim. Bu uğurda kimi temiz yürekli muhterem zatlar işbirlikçi olup, bilerek/bilmeyerek bu ülküye destek olmuş, kanından/terinden akıtarak destek vermiştir.

Karşılaştırmalı Mitoloji bilim dalının evvel ahir en kıymetli sancaktarlarından olan Joseph Campbell, Yıldız Savaşları serisinin senaryosu yazılırken senarist George Lucas’ın elceğizinden tutmuş, masalın döşenmesine dağarcığından nebze vererek yol göstermiştir.

Campbell’a göre tarihin derinliklerinden kalan mitlerdeki/mesellerdeki kahramanlar, yek arketipik kahramanın varlığını ispat eder. Ortadoğu’dan, Hindistan’a, Cenubi Afrika’dan Sibirya’ya yayılmış insan coğrafyası üzerinde Gılgamış, Buddha, Odysseus, Thor, Cuchulainn hep aynı işlevi yerine getirir: insanı benzerleri arasında kendisinin olacağı bir yolculuğa hazırlar.


Üstat temelde üç ana bölüme ayırıyor kahramanın yolculuğunu:
Ayrılma, Erginlenme, Geri Dönüş

Ayrılma

1. Maceraya Çağrı
Kahramanımız Luke Skywalker yaşadığı köyden ayrılamamanın yarattığı sükut-u hayal içerisinde mutsuzdur, umutsuzdur. Beklediği müjde/haber, Çölden gelen gezgin satıcıdan aldığı iki Droid olan C3PO ve R2D2’dir. Droidlerden biri Prenses Leia’dan bir mesaj taşımaktadır.

Genç Prens Gautama Sakyamuni, Geleceğin Budası yaşamı terk etme düşüncesine kapılmasın diye babası tarafından yaşlanma, hastalık, ölüm yada rahipliğe ilişkin bütün bilgilerden korunmuştu; çünkü doğumunda ya bir dünya imparatoru ya da bir Buda olacağı kehaneti yapılmıştı.

Mitolojik yolculuğun Campbell tarafından “maceraya çağrı” olarak belirlediği bu ilk aşaması kahramanı çağıran ve onun ruhsal ağırlık merkezini toplumun sınırlarından bilinmeyen bir bölgeye çekmiş olan kaderi belirtir. Bu tehlikeli bölge uzak bir ülke, bir orman, yeraltında dalgaların altında ya da göğün üstünde bir krallık, gizli bir ada, sisli dağ tepesi ya da derin bir düş hali olarak; fakat her zaman çok biçimli varlıkların, hayal edilemez eziyetlerin, insanüstü görevlerin ve akıl almaz zevklerin mekanıdır.

2. Çağrının Reddedilmesi
Mitlerde ve halk masallarında çatışan çıkarların varlığından dolayı yanıt verilmeyen çağrı ile sıkça karşılaşırız. Çağrının reddi macerayı olumsuza devirir. Prens Kamerüzzaman’ın babası Şah Şehriyar’ın evlenmesi konusundaki teklifini reddetmesi bir örnek teşkil eder. Matrix’te Neo, kurtulmasını sağlayacak cam silme iskelesine çıkmaya cesaret edemez ve Ajanların eline düşer. Luke ise Obi Van Kenobi’nin Prenses Leia’ı kurtarmak için yolculuğa çıkma çağrısını reddeder. Ancak amcası ve yengesi ölünce çaresiz kalır.
Luke Babasına Ait Kılıcı Eline Alıyor.
Luke Babasına Ait Kılıcı Eline Alıyor.


3. Doğaüstü Yardım
Çağrıyı reddetmemiş olanlar için, kahramanın yolculuğunun ilk karşılaştığı kimse, karşılaşacağı badireler ve kapışacağı ejderlere karşı tılsımlar sağlayan, koruyucu bir figür, genellikle yaşlı bir adam ya da kadındır. Koruyucu figür, kahramanın hem bedeni, hem ruhi kuvvetler elde etmesini sağlar. Dante Vergillius ile, İsa Vaftizci Yahya ile, Yıldız Savaşları’nın kahramanı Luke ise kendisine bir ışın kılıcı veren ve kudret ile tanıştıran Jedi Ustası Obi Van Kenobi ile karşılaşır.
Tatooine'den Ayrılış
Tatooine'den Ayrılış


4. İlk Eşiğin Aşılması


Kahraman, kaderinin ona rehber ve yardımcı olan kişileştirmeleri ile birlikte macerasında, aşırı güç bölgesinin girişindeki “eşik muhafızı”na gelinceye dek ilerler. Bu tür muhafızları kahramanın yaşam ufkunun sınırlarını belirterek dünyasını sınırlandırır. Eşiğin ardında karanlık, bilinmeyen, tehlike vardır. Tanrıyı, insan görüşünden uzak tutan “Cennet Duvarı”, Cusalı Nicholas’ın anlattığına göre “karşıtların uyuşması”ndan oluşmaktadır ve kapısı “yenilinceye dek yolu engelleyen aklın en yüksek ruhu” tarafından korunmaktadır. Karşıtlık çiftleri, yolcuyu ezen fakat aralarından kahramanların her zaman geçtiği çarpışan kayalardır. Iason, Argo gemisi ile aralarından sıyrılmıştır. Luke için atlama eşiği bir uzay limanı olan Mos Eisley iken, Neo “kırmızı hap”ı yutar.
Balinanın Karnı : Çöp Kabini
Balinanın Karnı : Çöp Kabini


5. Balinanın Karnı


İrlandalı kahraman Finn Maccool’u Kelt dünyasında peist adlı canavar, Polinezyalı Maui’yi ise büyükannesi Hine-nui-te-po yutmuştu. Zeus dışında tüm Yunan panteonu baba Kronos tarafından yutulmuştu. Luke Ölüm Yıldızı’nda çöp tenekesine düşerken, Neo, insanların makinalar tarafından hasat edildiği bir biyo-elektrik hücrede gözlerini açar.

Bu yaygın motif, eşikten geçisin, kendini yok etmenin bir biçimi olduğunu vurguluyor. Fakat burada, dışa, görünür dünyanın sınırları dışına geçiş yerine, kahraman yeniden doğmak üzere içe doğru gidiyor. Kaybolma, inananın, kim ve ne olduğunu anlamasının mümkün olduğu yer olan tapınağa girmesine karşılık gelmektedir. İçerdeki tapınak, balinanın karnı, cennet toprağı, hepsi aynı şeydir. Tapınakların girişindeki ejderhalar eşik muhafızlarıdır. Yeterli gücü olmayan adayın girmesine engel olmak isterler. Kendini adamış kişinin bir tapınağa giriş anından bir dönüşümden geçeceği gerçeğini sergilerler. “Hiçbir yaratık” der Amanda Coomaraswamy, “varolmayı bırakmadan daha yüksek bir doğa elde edemez.” Gerçekten de kahramanın fiziksel vücudu yaralanmış, parçalanmış ve Osiris’te olduğu gibi denize ya da toprağa saçılmış olabilir.

Erginlenme ise ancak tek başına bir yazının konusu olacağından bu köşeden dönmem lazım. Kaynakça belirtmek moda olmuş bu aralar Hafif’te:

Kahraman’ın Sonsuz Yolculuğu, Joseph Campbell, Kabalcı Yayınevi ISBN 975-8240-04-8

Bir de ilham kaynağı var.

17 Eylül 2007 Pazartesi

Platipus Sevenler Örgütü’nün Peşinde

Avustralya’yı Tazmanya’ya bağlayan Monotrem, Ekidne İstasyonu’na doğru yaklaşıyordu. İkinci Viktorya döneminde yapılmış olan Ludwig Andreas FeuerBach İstasyonu oldukça gösterişli bir yapı idi. Fildişi kuleleri gökyüzüne, hatta gökyüzünde Tanrı’nın oturduğu iddia edilen yedinci katına doğru uzanıyordu. Ancak kreç taşının statik hesabından dolayı ancak üçüncü katına kadar inşa edilmişti. İnsan elinden çıkan bu güzel eser, arka plandaki Tanrı’nın elinden çıkan Beşik Dağı ve Kuğu Gölü’nün manzarası ile birleşince insanın hem göz hem gönül zevkini okşuyordu. Bütün gece Ornitorenk Etimolojisi çalıştığım için gözümü bile kırpmamıştım. Bu sayede bu manzarayı izleyerek keyfini çıkarma zevkini tatma ve tefekküre dalma fırsatım oldu.

Patty ise bütün gece mışıl mışıl uyumuştu. Kadınların tren gibi rahatsız ortamlarda bile bu kadar rahat uyumasına her zaman imrenmişimdir. Patty’nin annesi Polonyalı bir Karaim Tatarı idi. Zümrüt yeşili gözleri ve sert yüz hatlarını annesinden aldığı belli idi. Babası ise Afrikaanderdi. Makyavelist cesaretini Arquette soyadı ile birlikte babasından almıştı. Güzel kadındı vesselam. Ama güzel olduğu kadar da zeki, çevik ve ahlaklı idi.

Platipus Sevenler Derneği adındaki gizli örgütün peşine düştüğümüzden beri nerede ise ondört yıl olmuştu. O zaman genç bir dedektiftim. Bu hain örgütün kirli ilişkiler ağı ile bizim teşkilata, hatta Devlet-i Ali Süleymaniye’nin üst kademelerine bile sızabileceği rasyonelist yetiştirilme tarzım ile kavrayabileceğim bir olgu değildi.

Bizi Launceston’a getiren, örgütün üst düzey yöneticilerinden olan Hasan Ali Bin Sabbah’ın, burada olduğunu öğrenmiş olmamızdı. İstihbarat örgütümüz Teşkilat-ı Mahsusa, İnterpol ile bağlantıya geçerek, Sabbah’ın Nicklaus Suino takma ismini kullandığını, Corpus Christ adında bir kilisede vaaz verdiği bilgisini vermişti. Platipus Sevenler Derneği üyeleri için insanları zehirleyen düşüncelerini yaymalarının en kolay yolu şüphesiz ki, din adamı rolü oynamalarıydı. Sabbah; örgütün genel politikasına göre yeni bir kimlik ile kendini bir Benedikten Rahibi olarak tanıtarak bu önemli kilisede kendine yer bulmuştu. Bir süredir telefonları ANZAC polis gücü tarafından dinlenmeye başlanmıştı.

Hasan Ali Bin Sabbah, Saint Petersburg’un Podolskaya kasabasında oniki çocuklu bir ailenin en küçük erkek çocuğu olarak dünyaya gelmişti. Babası kasabadaki Ortodoks Kilisesi’nin papazıydı. Annesi ise bir Eşkenaziydi. Ailesinden Hristiyanlık ve Musevilik’i öğrendi. Moskova’da Sovyet Dünyevi İlimler Akademiyası’nda okurken tanıştığı ve aşık olduğu Azeri kızı Nisa’dan da İslam’ı öğrenmeye başladı.

4 Eylül 2007 Salı

Platipus Sevenler Derneği Tehlikesine Dikkat!


Akademiden mezun olduğumun altıncı ayında, dedektiflik sınavına girerek, kursa gitmeye hak kazanmıştım. Milet’teki eğitimden döndükten sonra Smyrna Emniyet Müdürlüğü’nde vazifeye başladım. Bağlı bulunduğum organize suçlar sigma şubesi ekipler amiri Emmanuel Kant, beni, uzun süredir takip ettikleri çok tehlikeli bir organize suç örgütünü izleme görevine vermişti. Platipus Sevenler Derneği adındaki masum görünüşlü bir felsefe derneği gibi çalışan bu kuruluş, tüm ülkedeki şubeleri ile çok tehlikeli bir amaç peşinde olabilirdi. İşte benim amacım, çok geç olmadan bu tehlikeyi ortaya çıkararak bertaraf etmekti.

Ofisleri, George Bataille Bulvarında, oldukça modern ve gösterişli olan Ampri Kritisizm Plaza’nın yedinci katındaydı. Teşkilattan memur arkadaşların söylediğine göre plazayı yaptıran adam çok zengin bir Musevi idi. Ana tarafından kuzeni olan Sigmund Freud adındaki çok ünlü bir doktor ile Avrupa’nın önemli başkentlerinde akıl hastaneleri varmış. İlk yaptığım incelemede derneğin merkezinin iki kapı yanında kiralık bir ofis olduğunu öğrendim ve burayı tutmaya karar verdim. Böylelikle hem dinleme cihazlarını yakına yerleştirebilecektik, hem de bu azılı suçluları sürekli izleme imkanı bulacaktım.

İki gün sonra ofisi kiraladım ve bir yağlı kağıt çetesine yapılan operasyonda ele geçirilen maun mobilyaları, teşkilattan arkadaşlar ile taşıdık. Bunun gibi gizli kimlikle yapılan izleme işlerinin en güzel yanı, görüntüdeki işi çaktırmadan gerçekten yapıp üç beş çorba çıkarmaktı. Hatta akademideyken hep anlatılan bir efsaneye göre, şair Korhan Demir, ilk görevinde izleme yaptığı bir kadın şaire aşık olarak şiir yazmaya ve domino oynamaya başlamış, daha sonra da mesleği bırakarak bu yolda dünyaca ünlü olmuş. Hatta bindokuzyüzyetmişsekiz Pasteur Bilim ödülünü almış, bindokuzyüzseksen yılında ise Sovyet Pesimist Monarşiler Birliği’nin en büyük domino ödülü olan Svıjny Bars yani Kar Leoparı ödülünü almayı başaran ilk Hun olma şerefini tatmıştı. Bu yüzden bir gün önce Delfi Mabedi’nin ordaki zanaatçılara yaptırdığım tabelamı hevesle astım. Tabelamda, tasarımı kendime ait olan, büyük bir omega harfi ve içinde birbirine çapraz duran iki adet yaylı tambur olan logom vardı. Bu tabelayı gören herkes, eski el yazmalarını tamir eden bir degüstatör olduğumu hemen anlardı.

Söz konusu menfur derneğin büyücek yapılmış tabelasında ise bir eşkenar üçgenin içinde kendi kuyruğunu yutan bir yılan vardı. Altında ise Türkiye Platipus Sevenler Derneği yazıyordu. Bütün A harflerinin altına nokta koyulmuştu. L harflerinin ise A’la ile özellikle yakın yapılmaya çalışılmış olması ve sona koyulan renksiz ama kabartma H harfi, görmeyi bilen gözler için yaptıkları pis işleri maskelemeye çalıştıklarının apaçık bir işareti idi. Ayrıca tabelanın dört köşesine gelişi güzel sıralanmış rakamlar vardı. Bunları iyice inceleyip, şifresini çözebilmem için bir yüksek çözünürlüklü bir takografını çekip Beyazıt Halk Kütüphanesi’nde bulunan merkezdeki uzmanların yardımını almam lazımdı.