27 Ekim 2007 Cumartesi

Usturanın Sırrı

Babam Süleyman Efendi berber idi. Zanaatı ondan kaptım. Dar günümde karnımı tok tutacak azığımı sağlayan zanaatı öğrettiğinden, Allah kendisinden razı olsun. Usturayı incelik ve itina ile kullanırdı. Saç, sakal, bıyık, tüy, kıl dinlemez, bunların hepsine çeki/düzen verir, fazlasını burçak tarlasında tırpan misali biçer, sağ koymazdı. Bu meyanda budanan kıl hemi daha gür çıkar, hemi güzelleşirdi. Rengi koyulaşır, yılların remzi olan aklarından arınır, insanın cemali pür-i pak olurdu. Has erkeğin güzelliğine, süsüne ustamın katkısı mühimdir.

Dükkana gitmeyi pek severdim. Çocukluğumun en renkli hatıraları, çarşıdaki dükkanda geçen çocukluk yıllarıma dairdir. Esnafın yaşıtım olan çoluk, çocuğu ile küçük yaşta başlayan dostluğum geçen yıllar sayesinde besili bir öküz gibi büyüdü, gelişti. Ben de her daim sütün içmeye itina ettim. Bugün bünyemin o öküz gibi güçlü olması, küçük yaşta aldığım kalsiyum, vitamin, ıvır zıvır şu buna dayanır. Şişman kasabın sinirli küfürbaz, bakkalın kurnaz hınzır, manavın sakin terbiyeli evlatları, şahsiyetimin çok pahalı bir İsviçre saatinin çarkları misali tıkır tıkır ve kusursuz işleyen parçalarını meydana getirdiler. Yaramaz, hınzır, kavgacı, gözünü budaktan sakınmayan haytalar ile geçirdiğim günlerin tadı hala taze kadayıf gibi damağımdadır.

Pek kuvvetli dostluk bağları sayesinde, her gün dükkana gitme tutkusu ile erkenden kalkar, babam ile elimde sefer tası yola çıkardım. Elim ustura tutmaya başlayınca, babamın üstüme incelikle eğilmesi sayesinde insanın en büyük zırhı olan derisine yek çizik atmadan suratından kurtulmak istediği tüm tüyü/kılı kökünden hal etmeyi öğrendim. Parmaklarımın arasında tuttuğum ustura yardımı ile girdiğim nice savaştan, güneşin günlük seyahatinden uzun sürmeyecek zaferlerle çıktım. Bileğimdeki yılankavi kıvraklığın farkına varan babam, usturanın sırrını vermek kararı aldığında on dört yaşında idim.

Meğer usturanın en büyük mahareti kılla, tüyle gündelik savaş vermekten ziyade, türlü hastalığı kan akıtmak yolu ile iyi etmek imiş. Bu mucizenin gerçekleştiğini ilk gördüğüm andan itibaren kutlu zaanata hayran kaldım, muvaffak şekilde temsil etmek için elimden geleni ardıma koymadım. Üstünde zanaatımı tatbik etme fırsatı yakaladığım türlü irin dolu yara sayesinde sıhhat verme becerimi geliştirdim, berberlikten ziyade bunun üzerine eğildim.

Kan akıtmak türlü derde çaredir. Adem oğlu yek diğerinin kanını akıtarak bir çok defa sıkıntısının üstünden gelmiştir. Daha önce bahsini açtığım üzere, Habil ile Kabil’in öyküsünden başlamak üzere, insan kardeşinin kanını akıtmaktan imtina etmeden derdinin hal çaresini bulmak çabasını ortaya koymuştur. Buna mecburdur. Kimi zaman nefsini müdafaa etmek, kimi zaman eldekinden fazlasına sahip olmak ülküsünü güderek usturasını/bıçağını/kılıcını kullanıp yaradaki cerahati akıtmış, hastalık ile olan mücadelesinde karşı tarafa/kendine üstünlük sağlamıştır. Ancak Allah rızası için insan kanı akıtmak yetmez, kıvırcık tüylü kuzuyu da Besmele ile şah damarından kesmek lazım gelir.

Yaranın biriktirdiği cerahat ile mücadele etmek için kullanılacak olan usturanın en tehlikelisi aynı zamanda en tesirlisi olan insan aklıdır. Usturanın makbulü ise ancak ve ancak çelikten mütevellit olanıdır. İş bu ustura yaraya çalınmadan önce, biley taşına bir kılı ortadan ikiye bölecek kadar keskin hale getirilmek maksadı ile iyice sürtülmelidir. Kılı yaracak kadar keskin hale getirme işi ise zanaatın en önemli cüzlerinden biridir ki; büyük el mahareti ve pür dikkat gerektirir. Usta berber, yek bıçağı keskinleştirme gayesi ile tüketmeden önce sayılamayacak kadar çok yaraya müdahale edebilirken, bu işin acemisi, bilek yerine kol kuvvetiyle kesmek sureti ile bıçağı bastırır, tez zamanda keskin tarafını kör eder, tekrar bileyi, tekrar köreltme kısır döngüsü içinde usturasının çeliğini tüketir, sıhhat verme amacına çok bıçak kurban eder. Neticesi pahalıya mal olur. İşte işin dilemması burda ortaya çıkar ki; usturayı yaraya çalmak maksadı ile iyice keskinleştirmek için yapılan bileyi işi, bıçağın kendisini inceden tüketerek mümkün olur. Bu yüzden bilek mahareti ile kullanılan usturayı kısa zamanda köreltmeyen berber/cerrah, sıhhat verme işini en iktisatlı yapandır. Üstünde titizlikle düşünülmelidir.

Yaranın/meselenin çok derin yada yüzeyden incelikle kesilmesi işlemi, hastalığın derinliği veyahut önemi ile ilgilidir. Öncelikle tetkik gerektirir ki, bakan gözün tecrübesini öne çıkartır. Derin yaraya müdahale pek meşakkatli bir iştir. Daha önce işaret ettiğim üzere, kemiğe dokunduğu için çok defa körelme ihtimali olan usturanın, tekrar tekrar bileylenerek tükenme, yarayı iyileştiremeden heder olup gitme ihtimali kuvvet kazanır. Bu ihtimal mühim bir tehlike teşkil ettiğinden üzerinde titizlikle durulmalı, hasta ancak usta bir cerrahın ehil ellerine teslim edilmelidir. Acemi berberin, yarayı iyi etmek maksadı ile attığı kesikler neticesinde, cerahatten önce kanı döküp tüketerek insanı canından etme ihtimali hastayı sevenlerin gönüllerine korku salmalıdır. Bu yüzden, cerrahın ucuzundan ziyade, paraya kıyarak ustası tutulmalı, insan hayatının değerinin muhasebesi katiyetle yapılmamalıdır.

Mesleğin sırrı, dille aktarma yolu ile verilemeyeceğinden küçük çocukların işbu yazıyı okuyarak, az bilmesi mesnedinin verdiği cesaret ile türlü hastaya müdahale etmeye kalkması korkusu, cerrahın mesleğini anlatma işini daha ileri götürmesine engel olmakta, gönlünde bir sınır teşkil ederek tecrübesini tevcih etmesinin önünü kesmektedir. Zira az bilenin cesaretinden sakınılması gerektiği bir çok muhterem meslek mensubu usta tarafından defalarca dile getirilmiştir. Hayat kurtaran cerrahlık mesleği, yıllarca emek harcamadan, ter/kan dökmeden, icra ederken hastayı sehven hakkın rahmetine kavuşturma korkusundan ülser olma tehlikesi hissedilmeden takılacak altın bilezik değildir. Her kendini hevesle öne atan tarafından tatbik edilemez. Mümkün değildir. Daha önce de belirttiğim üzere ehliyet ve ihtisas gerektirir. Allah hepimizi diğerinden sakınsın. Usta cerrah hayat kurtarır. Kan akıtmak marifeti ile cana can, kana kan katar. Ömür zincirinin halkalarına Midyat işi telkariden halkalar ekler. Böyle biline.

21 Ekim 2007 Pazar

Dişçi Korkusu

bundan on sene kadar önce, henüz okuduğum sırada beni, acıdan çıldırtıp sokaklarda koşturacak derecede ağrıyan dişimi çektirmek için gittiğim bir diş hekimi, işi güreşe döküp beni kündeye getirme azmi ile yüklenince çat sesi ile ortadan kırmıştı azı dişimi. bu yenilgiden sonra uzun süre tekrar mindere çıkma cesareti göremedim kendimde. ancak aradan bir kaç yıl geçip ağrı tekrar en üst noktaya vurma çabası ile taksici teyplerindeki ekolayzır zımbırtısı gibi zıplamaya başlayınca çareyi tekrar kendimi bir dişçi koltuğuna atmakta buldum. ancak bu sefer bir acı değil yakıcı bir aşk yaşamak kısmetmiş. şah devriminden sonra iran'dan kaçarak türkiye'ye gelmiş bir ailenin kızı olan bu muhteşem kadın, hacettepe'de okumuş, daha sonra amerika'nın bilmem ne tıp fakültesinde adını söylemekte zorlandığım bir dalda uzmanlık yapmış bir afet-i devrandı. sen kimsin necisin sorusunu ansızın sorsanız ağzımdan ben meme düşkünüyüm kelimelerini kaçırmaya engel olamayacak bendeniz için, dişimin sökülmesi bahanesi ile o canım memelere kafamın yaslanması lütfunun verilmesinden ziyadesi ile serhoş olmuş, uyuşturucu verilmesine gerek olmadığından dem vurmuştum. ancak o melun kırık dişim hekim gömleği giyen acem prensesinin memelerinden daha yumuşak olan elceğizleri marifeti ile o kadar kolay yerinde fırlayıp düşüvermişti ki ben bunu sadece tatlı söz ile olabileceği kanaatindeydim o güne kadar. başımı yasladığım yumuşacık memelerden ayrılma vaktinin geldiğini anlamış, anamın karnından beri bu kadar huzurlu bir ortam bulma şansına ilk defa eriştiğimden ayrılmamak koşulu ile tüm dişlerimin yerinden sökülmesine razı geldiğimi haykırmıştım. bu isteğim ise bir defa daha görebilme şansına erişebilmek için değil tüm dişlerimi, kalbimi bile kendisine vermek için yerinden sökmeme razı olabilecebileğim bir gülümseme ile karşılandı. yaşa, varol, nurol kraliçem.

Cevaben...

ah belli ki romantik birisin. insanın aşk ve sevgi olmadan cinsel ilişkiye girmemesi gerektiğini telkin etmişsin. pek güzel. ancak tamamen muğlak bir ifade. farzet ki; ben bütün güzel kadınları seviyorum, hepsine de hemen aşık oluyorum. bir gülümseme görmeyeyim. ne sen tersini ispat edebilirsin, ne de ben aşkımdan kuşku duyuyorum. ah o kiraz dudaklar, saman saçlar, menekşe gözler, ince beller, kuğu boyunlar... o taktirde bütün güzel kızların koynuna kadim tanrı zeus misali girmem, senin ahlak ilkelerine göre hatalı bir davranış olmaz değil mi? ha sen öyle aşk mı olur, hadi be ordan demeye falan kalkma sakın! zira aşkı ya da sevgiyi ölçmenin hiç bir ölçüsü olmadığı gibi aşkmetre, sevgiölçer gibi cihazlar da henüz türkiye'ye gelmedi. avrupa'da amerika'da falan varsa bilemem. o yüzden telkin etmeye çaba gösterdiğin ulvi düşünceler hiç bir şekilde pratik olarak uygulanamaz. baskı kurmaya çok hevesli toplumun oyuncağı olur. bak sen şimdi böyle temiz(!) duygular içinde olabilirsin. içinden geldiği gibi yaşa. sana kimse karışamaz. ama isteyen istediğini öper, koklar. aynı şekilde el ne karışır. bu protestan ahlakçısı tutum da senin karşı olduğun korku toplumundan başkasını işaret edemez. o halde bunu modernizme falan bağlamak çabası niye? her devirde bu beyledir. ah bir de kadınlar toplum içinde dişiliğini/bedenini ön plana çıkarmasın istemişsin. çünkü bu kadının ezikliğine delalettir sanmışsın. aksine kardeşim. tam aksine. bu işaret; biz gibi erkeklerin eksikliğine işaret eder. biz, kendine güven kıvılcımının tutuşturduğu femme fatale'in cazibe ateşinde tutuşup gitmeye razı olan ateş böceklerinden başka bir şey olmadığımız içindir bu korku: kadının zincirlerinden kurtulmasından kaynaklanan. çatışmayı yaşayan biziz. zira en ufak tezahürü ile kadın bedeni/cilvesi bizi toz haline getiriyor. ben razıyım. bütün kadınlar tüm dişilik silahlarını sergilesinler. mini etekler, yırtmaçlar, topuklu ayakkabılar, görünür/görünmez göğüs dekolteleri eşliğinde ölelim öleceksek. bare ölümümüz zevkli olsun yau.

6 Ekim 2007 Cumartesi

Kudüs Günü Zımbırtısı...

Kudüs günü diye bir saçmalık icat etmişler.
buraya bu mukaddes günü haber verme ihtiyacı hisseden maneviyatı kuvvetli muhterem şahsın bilmediği: işgal altında kaldığını sandığı harem-i şerif'in müslüman tarafında kaldığıdır. peygamberimizin mirac'a yükseldiği kubbet-üs sahra'da müslüman'ın elindedir. e şimdi ne ayak bu kudüs günü. sanki müslüman arap, kudüs'ü yahudi'nin elinde almadı? yani zorla aldığımız şimdi zaten bizimdir. ama ne? yahudiler altını oydu da devirecek kubbeyi? neden devirsin ama neden? ulan senin ömer camii dediğin mescid-i aksa yahudi'nin dünya üzerinde kendine yapabildiği, üstelik seninle aynı tanrıya taptığı, hatta dünya üzerinde tek tanrıya inşa edilen ilk tapınak olan süleyman tapınağı değil mi? neden yıksın. üstelik sen müslüman olarak o süleyman'ı nebii kabul etmiyor musun? ediyorsun. pekala. yahudi neden yıksın kendi tapınağını? başvekil de zamanında beyle bir lafı ağzında geveledi de senin küçük gördüğün yahudi höt sikertirim bu lafı bir daha ağzına alanı demedi mi? hatta denetleyicem, görücem diyen ömer'in uçağını da havada tur attırıp geri göndermedi mi? hah. peki sen neden elinden aldın adamın memleketini zamanında? bunlar önemli değil. Allah'ın Kuran'da yahudi'yi kendisine tapan halk olarak diğerlerinden ayrı tutması da önemli değil. ne önemli arap kudüs'ün tamamını istiyor. o önemli. peki biz burayı 400 küsur sene huzur içinde yönettik. yönettik ki hala şehrin anahtarı türk ailenin elinde de her sabah mescid-i aksa'nın kapısını bu aile açıyor. ne zaman elimizden çıktı kudüs? arap ingilizle bir olup senin tanklar yürütüyor diye diş bilediğinin türk ordusu'na karşı ayaklanınca. zeytindağı'nı oku kardeşim. tarih öğren. sen seni bilmez isen patlatırlar işte enseni. e madem ingiliz ile bir olup bize karşı ayaklandın da kurtardın memleketini esarettten. ulan orospunun evladı o zaman bizden hala neden yardım dileniyorsun? mescid-i aksa'yı siyonistler yıkacakmış. pöh. bir kere yahudi'nin tadilat yaptığı ağlama duvarı'nın öte yanında. bir de ufacık çocuklara bomba bağlayıp sivil halkın arasında patlatan ne olacak? bu çocuklar şimdi şehit mi? pöh. otobüste işine giden adamı öldürünce mi cihad? peki o zaman neden ırak'a gitmiyorsun cihad etmeye sikilmişin evladı amerika'ya karşı isen? üstelik de koduumun abdullah yasin'i mesajında türkiyeli kardeşim buyurmuş. sana ne benim türk olmaklığımdan, türkiyeli olmaklığımdan? sen önce uyan da kendi ülkeni savun madem. göt. abdülhamit, senin müslümanlığın ancak michale jacksonunki kadar olabilir. tehlikede olmayan bir konuyu tehlikedeymiş gibi gösteren de ancak bundan çıkar arzulayabilir. eh bunun da dinimizle, itikadımızla pek ilgisi olduğunu göremedim. bunu buraya mimleyen güzel kardeşim tarih bilmez isen işte böyle yanlış eşeğin peşinden yanlış köye gidersin. pöh.

5 Ekim 2007 Cuma

Akeme yıkılmasın, Akepe yıkılsın...


Atatürk Kültür Merkezi'nin yıkımına onay çıkmış.
akeme'yi yıkma kararı çıkmış. hayırlı olsun. vatana millete. vatan deyince bu yıkım hadisesi menderes'in istanbul'un tarihi yarımadasına vatan ve hürriyet caddelerini yapmasıyla ortaya çıkmıştır. başvekil kendisini pek güzel örnek alıyor sanırım. rahmetli yukarıdan bakıp buraya iki tane cadde açın kocaman diye buyurmuş, dozerle mahalleleri yıkıp lank diye yapmışlar. e eski gelmiş tarihi yarımada gözüne. akeme de eski nerden baksan. bi kere içinde atatürk var ki, happened and ended bir hadisedir. izini, adını bile görmeye tahammül edemezler. gizli gizli fıkra anlatarak dalga geçmek isterler. ortaya çıkınca da ben aslında övmek istemiştim diye kıvırtmayı pek severler. sadece akeme'yi yıkıp yenisini yapmak olsa istedikleri ona da belki eyvallah diyeceğiz. ancak derdi sadece adı ile ilgili değil yıkmak isteyenin. içeri de bale olabiliyor, kızlar tayt giymiş, yada opera olabiliyor. bu da pek sevimsiz. akemeyi yıkıp shopping mall inşa etmek arzusu ile tutuşmuşlar. e modern zaman tüketim dininin kabesidir shopping mall. adı gibi mal eder insanı. operayı beğenmeyen zihniyetin pek mütanasip zevcesi gider, en ufak bir bölümünü dinleyemeye tahammül edemediğim operadaki hayaleti izler. hemi de broadway'de. pek de beğenir. oysa diziler var televizyonda. annem var misal. yada zoraki damat. o da olmazsa benden baba olmaz. izle gör. bütün dizilerde karakterler oruç tutuyor, namaz kılıyor, bir mümin bin mümin. bu dizileri izlemenin dinimiz yönünden de çok faydası var. orucun namazın faziletlerinden dem vuruluyor sürekli. eh bunları dinlemenin de sevabı var demiş imam-ı azam. halkımız çok sever sahtekarı. sahtekar olduğunu hemen anlar. hayatta kandıramazsın. ama enteresan tarafı o halde sever. sahtekar olduğunu bile bile sever. ne işin var opera ile bale ile. izleme kardeşim. git bülent ersoy izle, dinini öğren, hep bunları izle. şimdi sen opera mı izliyorsun da konuşuyorsun labunya demek geliyor içimden. izliyorum anasını satayım. var mı. opera, bale, tiyatro, klasik müzik. seviyorum lan ben bunları. azınlık laikçi elitim var mı? yerse. neyse efendim kemal paşa gençliğinde gittiği balkan ülkelerinde sittin sene önce opera binası dikdiklerini görür, hasedinden çatlar. ulan biz bunları asırlar boyu yönettik. bir arpa boyu yol gittik. adam klasik müzik demiş, senfoni, konçerto, ıvır zıvır şu bu. bizans fatih tarafından kuşatıldığında içerde din adamların kadınların kıyafetini tartışıyormuş. kahpe bizans. ama dünya küçüldü. bizans büyüdü. koca ülke. kim sallar cari açığı, dış borcu, petkim, falan filan. varsa yoksa türban. uzun lafın kısası endüstrikapital türban a.ş. bir deli kuyuya bir taş atmış. kırk akıllı çıkaramamış hesabı. at ortaya yünden yumağı. kedicikler oynasın. kim sallar, kerkük, musul, gece yürür terör usul usul. akepe yıkılsın akeme yıkılmasın.