28 Haziran 2010 Pazartesi

demokratik özerklik

geçen gün televizyonda barış ve demokrasi partisi il başkanlarından biri, terörü bitirmenin formulünü ayan beyan verdi: demokratik özerklik. ırak'ın kuzeyindeki kürdistan'ı inşa ettiğimizi biliyordum amma bunu ilk defa duydum. önümüzdeki on sene eğer biz biran önce gerekeni yapmaz isek pkk'nın terör saldırıları için bahanesi bu olacağa benzer. bundan öncekiler hatırladığım kadarı ile, sosyalist devrim, bağımsız kürdistan vs.

dedi ki; terör biter, bunun sırrı demokratik özerkliktedir. bölge halkı kendi kaynaklarını kullanma hakkını elde ettiği takdirde bu iş çözülür. demk ki iş kaynak meselesi imiş. hiç bir kaynak için analarının kuzularını kurban etmekten yana değilim. kaç gencecik fidanı daha kürdistan dağlarından şehit olarak indireceğiz! pekala çözülsün o vakit. kimseyi kandırmaya gerek yok, demokratik özerklik dediğin, ırak'ın kuzeyi ile birleşmek için atılması gereken ilk adım.

kısıtlı anlayışım bölge kaynakları dediği zımbırtının fosil yakıtlar olduğunu ilk veri olarak kabul etmemi tavsiye ediyor. her ne kadar 20 yıl gibi bir vadesi olduğu teknik olarak öngörülse de, tahmin ediyorum ki, 20 yılda toparladığımız parsa bize kıyamete kadar yeter hesabı yapıyor kürdoğlu. böyle düşündüğüne göre kıyametin görece yakın olduğunu varsaymak mümkün.

bunu kabul edelim. kürdistan dağlarında yitip gitmiş 7000 vatan evladının anasından, babasından, sevdiğinden helallik isteyelim, bölge halkı demokratik özerklik elde etsin. bu arada milli mücadele şehitlerinden de af dileyelim, misaki milli'yi de göz ardı edelim, varsın kopsun bu hastalıklı uzuv. yada referandum yapılsın, hatay'ı da öyle kazanmadık mı?

demokratik özerklik neticesinde artık taraflar kesinkes varolma imkanını yakalayabilir. bu ayrılma türklere de pek faydalı olur. misal, artık türkiye vatandaşları katıksız türk yada asimile olmuş azınlıklardır, sözlerini etmeye gerek kalmaz. sıkıysa karşı çıksınlar. ultra nasyonel ulus devleti kurmak imkanını pat diye yakalarız. bunca şans kemal paşa'nın bile eline geçmemiş idi.

ancak her alışverişin iki tarafı vardır. şimdi, biz kalan yarıdakiler, hala ülkemize türkiye demeye devam ettiğimize ve mevcut haritamız bir öncekinden küçük olduğuna göre, toprak vermiş olur muyuz efenim? kanımca bal gibi oluruz. bunun da adını koyalım. buna razı olduğumuzu sonradan unutmayalım.

bu durum, türk ordusunun/milleti'nin, ki ikisi aynı şeydir, yenilmiş olduğunun ispatı olarak önümüze koyulur. bir türke, yenilmişlik duygusunun vereceği acı, kaybedilen mülkün vereceği acıdan kat ve kat fazla olacaktır. zira biz türkler henüz toprağın ne olduğunu öğrenecek kadar aynı yerde yaşamadık.

gelellim baştaki noktaya. bu zatı muhterem, bölge kaynaklarını kullanmanın başlaması ile bilrlikte bir zenginlik elde edeceğini umut ediyor diye söylemiştim. buna da pekala. istediğini alsın, türk'ün hiç bir zaman bunda gözü olmamıştır. olsa idi bu iş buraya gelmez idi.

ancak o takdirde, türkiye'de kalacak olan kürtlerin cehennem azabı yaşamaya başlayacaklarından endişe ediyorum. çünkü o vakitten itibaren, her kürt, yürü memleketine ancak gidersin nefretin nefesini ensesinde hissedecektir diye korkuyorum. işte o an ne olacak? bunu kim göze alabilir. üstelik de en büyük kayıbı benim gibi kürtlerle çok alışverişi yapanlar yaşayacak.

bu denklemi iyi veya kem niyetim ile evirip çeviriyorum, kürtlerin hiç bir zaman ne istediklerini bilmediklerine kanaat getiriyorum. bu iş emperyalist gücün gaz vermesi ile beyle vaziyet alacak ise, biz de gözümüze kürtlerin fabrikalarından, arabalarından, evlerinden kestirmeye başlasak iyi olacak. zira benim gibi avanak türk, selanik'ten geldiğinde epey sikertildi bu topraklarda. mübadelede değiş tokuş yapılan topraklar kimleri zengin etti, merak eden araştırsın bulsun. bu yüzden ben yalın ayak başı kabak sayılırım. tarih boyunca canımı ortaya koyup birşeyler kazandım, sonra da hepsini yitirdim. bu türk'ün kaderidir. kaderden kaçılmaz.

bir de ayrı bir hesap var. kürrtler, gencecik kızların, eşlerin, çocukların katledildiği bir mücadeleden elde edeceklerinden korkmalı diye düşünüyorum. zira bunu bugün komşusuna yapan kapı kapandığı an birbirini siker öldürür. aralarında çok şeker arkadaşlarım var. onlara birşey olacak diye üzülüyorum.

obligation à dire ou de libre à dire

le fascisme, ce n'est pas d'empêcher de dire, c'est d'obliger à dire

güzel yazılmış özlü söz. bir de frenk lisanının musikisi ile kulağa hitap ediyor. bu vecize, sanıyorum, benim nevdalist'e, bunun terör olup olmadığını söyle de, rengini bilelim yollu çıkışım üzerine gayet güzel bir cevaptır. aklınan gelenin ellerinden öperim. barika-ı hakikat, müsademe-i efkardan doğar.

lakin, benim de epey dikkat ettiğim bir nokta-i hususiyi dile getirmem arzum, bünyemdeki fikri sabit tesirinde açığa çıkıyor. işbu yazı, mazurat olarak da görülebilir, şahsımca mahsuru yok. bugüne kadar, vecizenin alıntılandığı ekşi sayfasında da görüleceği üzre, pek çok kez gördüğümüz gibi, faşizm lafzının kullanıldığı tüm nazariyelerde söz gelip kemalizm'e dokunuyor, kalıyor. faşist olarak kritik edilen yegane fikriyatın kemalisme olduğu, misal nevdalist örneğinde olduğu üzre, kemalistlerin, izmirlilerin, ulusalcıların filan faşist olduğu apaçık gerçek olarak tebliğ ediliyor. bu bağlamda, kendime veyahut çevremdeki insanlara dönüyorum, subjektif de olsa gözlem yapıyorum. vardığım netice, bu insancıkların kimsenin, fikrine, zikrine filan karışmadığı.

kemalist olduğum gerçeğini, ilk defa üniversitede tartıştığım bir kürt öğrenciden öğrendim. söylediklerimi beğenmeyince, sen kemalist misin diye sordu? herhangi bir türkün, mustafa kemal'a ve istiklal harbi şehitlerine, gazilere, aziz vatanı kurtaran kahramanlara, cumhuriyeti kuranlara antipati besleyebileceğini düşünmemiştim. bunları ancak yobaz dinciler ile cahiller olabileceklerini tasavvur etmiştim. bu yüzden, kemalist olmanın bir Türk'ü tanımlaması bana epey saçma gelmişti. Zira, insan kendini Türk hissediyor ise, bu gurur veren hatıralara sahip çıkmaktan gayri ne yapabilirdi?

bugün ülkede, sürekli baskı gören, fikir önderleri tutuklanan, kendilerini ifade ettiklerini düşündükleri kurumları hakaret gören, hayır ve fikir cemiyetleri ezilen yaklaşık olarak yüzde yirmilik bir azınlık olduğumuz gerçeğini unutmadan, günümüzü ben de kritik etmek isterim. Üniversitede bana kemalist misin diye sonra kürt öğrenci, bizim bu ülkede özgür olabilmemiz için önce sizi temizlememiz lazım, sonra da tüm türkiye'yi kurtarıp bağımsızlığımızı ilan edeceğiz dediğini hatırlıyorum. gelinen noktada, onun, beni yendiğini açıkça görmek mümkün. on yıl önce kurduğu hayaller bana imkansız geliyordu. bugün, fikirleri yürürlükte. demek ki, ben ona düşman olmadığım halde, o bana olan düşmanlığını içinde saklamış. nevdalist'in bana ahlaksız demesini de aynı perspektif'de değerlendiriyorum.

eğer, bir kimse çıkıp da, ülkemizde kürtler kemalist ideoloji uğruna eziliyor, seksen ihtilalini de bunlar yaptı, bu ülke 70 senedir kemalistler tarafından yönetiliyor, artık bu istibdatı yıkmamız gerekiyor filan diyor ise, en ucuzundan geometri bilmeyen bir cahil olduğunu söyleyebilirim. zira, şeylerin birbirlerine göre konumlarını bilmeyen bence apaçık cahildir. hatta, ben başkası tarafından bizzat, kemalist olarak nitelendirilmeme rağmen, bunların hepsine hep karşı çıktım, hala çıkıyorum.

bugün ülkede kurulan dinsel ağırlıklı faşist rejimi görmeyenler ise, ancak görmek istemeyenler olabilir. ancak, sık sık şakalara da konu olan, ülkenin seçmen nüfusunun %47'sinin oy verdiği halde, ortaya çıkıp da ben akepe'ye oy verdim diye tek allahın kulunu bulamadığımız durum, bu yazının konusu olan önermenin, yine frenk lisanında bir kelime olan realite ile uyuşmadığının ispatıdır. oy vermek, vicdani özgürlüktür. buna kimse karışamaz, ancak yapılan inkar başka birşeydir, vicdanın aklanmaya çalışılması.

televizyon izlemiyorum, gazete okumak iptilamdan da tedavi yolu ile kurtulmak istiyorum. çünkü, bu kitlesel yayın organları, birşeylerin fena halde ters gittiğini bildiği halde, bu konuyu unutup vicdanını rahatlatabilmek için kemalisme, hatta mustafa kemal'in aziz hatırasına saldıran sarsak türk entelijansiyası ile dolup taşıyor.

yazanın notu, gencecik ana kuzularının hayatları üzerine ahkam kesmenin fikir tartışması olduğunu sananlar epey yanılıyorlar. önce terör bitmeli. ondan sonra, istediğiniz fikri istediğiniz şekilde tartışmaya hazırım. zira, camdan kalelerinde güven içinde otururken, hayatları tehlikede kuzucuklar varsa, eşitlik sağlanamaz. eşitlik için bakınız: egalite.

yumruk

geçen gün terörü övdüğü için kapatılan DTP başkanı siyasal yasaklı ahmet türk, muş bulanık 'taki halk ayaklanmasının mahkemesini takip etmek için davanın görüldüğü samsun 'a gitti. burada tepki gösteren halka eski partidaşı sırrı sakık tarafından hakaret edilince, gençten bir kimse bir yumrukta ahmet türk 'ün burnunu kırdı. burun kıran kişi hemen tutuklandı, kahveci olduğu öğrenildi.

ahmet türk, etnik terörü açıkça destekleyen, etnik bir partinin başkanı idi. bu hepimizin malumudur. vakti zamanında, partisi milletvekilleri siz de diyarbakır'a gelirsiniz, biz de sizi sikeriz, asker operasyon yaparsa, pkk terör örgütü de askeri öldürür, askerin pkk tarafında öldürülmesi bizzat askerin kendi suçudur, terör örgütünü kuran lideri aptullah öcalan kürt önderidir diye bize epey ayar vermiş idi. hatta işin bokunu çıkarıp, geçen aylarda pkk kamplarından açılım kapsamında gelen, pişman olmadan serbest kalan, haklarında hiç bir suçlama bulunmayan teröristler halk çocuğu, asker orospu çocuğu bile ilan edildi. bunu da, kapatılan dtp 'nin devamı etnik partiye bağlı bir belediye başkanı yaptı. bizatihi şahidim.

şahsen, cereyan eden hadiseler, benim gibi ulusalcı (!) kimseleri epey rencide ediyor. bu yüzden, ahmet türk 'ün aazının burnunun kırılması az da olsa yüreğime su serpti. haberi ilk duyduğumda da oh dedim. bunu söylemekten çekinmem. aynı kanaati paylaşan nice kimsenin olduğunu da kamuyonu takip ederek görebiliyorum.

hadise üzerine, bir takım şaklabanlar epey şaklabanlıklar yaptılar. ahmet türk gibi kardeşliğin yayılması için çaba gösteren, bıdı, bıdı... buna vuran ipnedir, toptur, şerefsizdir.

yine aynı hadise dairesinde, hürriyet gazetesi yazarı yılmaz özdil, yine benim gidi düşünleri epey sevindiren bir yazı yazdı. herkesin haberdar olduğu yazıyı okumayan var ise, buyursun. bu yazı üzerine necip türk milletinin kendi gibi necip medyası, adeta fıttırdı. yılmaz özdil 'e edilen hakaretlerden kısa bir kesit sunmakta fayda görüyorum. gerizekalı, zeka özürlü, bunu peşmergelere yalatın, mayınlı arazide yürütün.

buradan anlıyoruz ki, yazar fena ayar vermiş. kendisine teşekkürü borç biliyorum.

teröre karşıyım, şiddete hayır. ama önce bana yapılan bitsin. zira türkiye 'de etnik kimliği yüzünden baskı gören sadece benim, Türk 'üm.

10 Kasım


Mustafa Kemal ATATÜRK
19 Mayıs 1881 - 10 Kasım 1938



Ey Türk Gençliği!

Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir.

Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin, en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dahilî ve haricî bedhahların olacaktır. Bir gün, İstiklâl ve Cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şerâitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerâit, çok nâmüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir.

Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi, vazifen; Türk İstiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır!

Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur !